Sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç, “Bilim, aradığım cevaplar karşısında aciz
kaldı. Allah’a sığındığımda tüm çıkmazlarım sonsuzluğa açıldı”
Orhan Turan - İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 30 yıl doçent ve profesör olarak çalıştı.
Ziya Gökalp’in kurduğu en eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın
başkan olarak bolüm başkanlığı ve Sosyoloji Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptı.
Ünlü düşünür ve edebiyatçılarımızdan Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit
Meriç’ten söz ediyoruz. Başını örtmeye karar verdiğinde İstanbul
Üniversitesi’nde bölüm başkanı olan Meriç, yapılan baskılar sonucu başını
açmaktansa görevinden ayrılmayı tercih ederek, aynı yasağın mağdurları arasında
yer aldı. Ancak Meriç, bu yasakla birlikte hayatındaki değişimlere asla bir
mağduriyet olarak bakmadığını söyleyenler arasında. 31 yaşında ilk namazını
kılan, 53 yaşında ise başını örtmeye karar veren Meriç, bilimin, aradığı cevaplar
karşısında aciz kaldığını söyleyerek Allah’a sığındığını ve tüm çıkmazlarının
Allah’la tanışma sürecinde sonsuzluğa açıldığını söylüyor. Türkiyenin önde
gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim insanı Meriç ile değişimini
ve bu değişimin toplumsal etkilerini konuştuk.
- Ümit Meriç nasıl bir
aile çocuğuydu?
Ne annemin başı örtülüdür, ne de akrabalarımın. Ben bir İstanbul kızıyım.
Tango yapmış bir annenin kızıyım. Annem Darul Fünun mezunudur. Erenköy Kız
Lisesi’nden Reşat Nuri Güntekin’in talebesidir. Piyano çalarlar falan. Öyle bir
kuşak. Dedem Osmanlı hakimidir. Cumhuriyeti görmemiş. Annem ve babam biz
küçükken asla dini telkinlerde bulunmadılar. ‘Siz kendiniz öğrenin ve neye
isterseniz ona inanın’ derlerdi. Bizi son derece nötr yetiştirdiler.
- Çocukluğunuzdan itibaren
ailenizin bu doğrultudaki telkinleri gençliğinizi nasıl yönlendirdi?
Üniversiteyi bitirene kadar agnostik bir inanç çizgim vardı. Ölümden
korkuyordum. Ancak Canab-ı Hak’la irtibat nasıl kurulur. Kurulmalı mıdır, var
mıdır, yok mudur işin bu tarafını hiç görmedim ya da farketmedim.
Bir bilim insanı olarak
Ümit Meriç’in hayatına yön veren o değişimde, ilk kırılma noktası nasıl oldu?
Bu tamamen psikolojik bir patlamaydı. 30 yaşındaydım. Biliyorsunuz 30 yaş,
insan hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Sebepsiz bir sıkıntı kapladı içimi
o dönemde. Buna sebep bulamıyordum. Dünyadan nefret eder hala geldim. Herşey
kapkaranlık görünmeye başladı. Sonunda ‘bu kadar çekilmez bir dünyada ben niye
yaşıyorum’ demeye başladım. Ben dini bir terbiye almadan büyümüş, hayatının
önemli bir bölümünü agnostik bir insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji
profesörüyüm. Sorduğum soruların cevaplarını bilimde aradım. Ancak bilmin de
yapacağı pek bir şey yok gibiydi. Bunalımlarım büyüdü. Ölmeyi hatta intihar
etmeyi bile ciddi ciddi düşündüm. O kadar ümitsizdim ki, hayatın devamı olan
ölümden bile ümidi kesmiştim.
- Neydi sorduğunuz o
sorular?
Ölümden çok korkuyordum. Akademik bir kariyerim olmasına rağmen neden
dünyada olduğumuzu sorguluyordum. Hergün güneş doğuyor ve batıyordu. Yaşamaktan
var olmaktan öte başka bir şeyin varlığını sorguluyordum.
- Sonra ne oldu?
Böyle düşündüğüm bir gece geçirdikten sonra, gecenin sonunda sabah ezanını
ilk defa fark ederek dinlemeye başladım. ‘Bu ne’ dedim kendi
kendime. Ben herşeyi denedim. Sigara içtim, müzik dinledim, gezdim, eğlendim.
İçimdeki karanlık gitmedi. 1978 yılındaydı. 31 yaşındaydım. O sabah oturup
namaz kıldım. Böylece hayatımın ilk namazını o zaman kılmış oldum.
- 31 yaşında namaz kılmaya
karar verdiniz ancak başınızı 53 yaşında örttünüz?
17 Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutludaydık. Daha önce başımı örtmeyi
düşünmüyordum. Yarın kıyamet kopacak! duygusu geldi. Yatsı namazından sonra iki
rekât daha namaz kılmak istedim. Allah’a dua ettim; bu dünyayı bize bağışlaması
için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Sadece deprem gecesi Cenab-ı
Allah’a yapmış olduğum duaların kabul olduğunu hissettiğim bir anda Cenab-ı
Hakka karşı müthiş bir mahcubiyet duydum. Ve dedim ki, “sen Allah’sın ben
kulum. Dualarımı sen kabul ediyorsun, ben senin emirlerini yerine getirmiyorum”
dedim. Allah’tan çok utandım. O an başımı örtmeye karar vermiştim. “Beni bana
mahcup etme” dedim. O dönemde İstanbul Üniversitesi’nde 3 yıllık Bölüm
Başkanlığım bitmiş Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevine başlamıştım.
- Yine aynı yıllarda
başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız. Çünkü kamu
alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor, deniyor.
Laiklik ilkokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında devletin dine ve dindarlara
müdahale etmemesi şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet üstü alanda
müdahale etmek hakkına sahip değildir.Bu benim yaşamamla ilgili bir hakkım,
varlığımla ilgili bir hakkım. Allah’ın bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne
çocuğum, ne komşum, ne arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana,
inandığım dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe aykırıdır.
- Agnostik dünyadan
bugüne, sosyolojiye bakışınız değişti mi?
Sosyolojiyi dünyevi buluyorum. Oysa benim yaşadığım süreç sadece dünyevi
değil. Bu çok daha büyük, sosyolojiyi de içine alan egzistansiyel bir değişim
süreci benim yaşadığım. Kendi açmazlarımı insanlığın belli kesimlerinde
görüyorum. Beşeriyet ruhi patinajlar içerisinde. İslam kendi açmazlarımla
ilgili ispata gerek bırakmayan bir kuşatıcılıkla sardı beni. Dolayısıyla
gündelik hayatımda buna göre şekillendi. Ben şahsen beşeriyetinde de, bugün
içinde bulunduğu açmazlarının, kendi kendisiyle tanışma sürecinin, en uç
boyutlara kadar götürerek, faniliğimizin, aslında sadece bedensel bir fanilik
olduğunu, ruhumuzun ebedi olduğunu idrak ederek aşabileceği kanaatindeyim.
Beşeriyetin önünde başka hiçbir alternatif yok! Bilim bu noktada aciz kalıyor.
Zaten ben de içimdeki açmazlarla ilgili çıkış yolu arayışımda bilimin bu
acizliğini gördüm.
Kendi arayışlarınız sonucu inanç
dünyanızı oluşturan biri olarak, geleneksel dindarlara yönelttiğiniz eleştriler
var. Mesela müslüman bir kadının jipe binmesiyle ilgilidir biri de…
Allah kazananları sever. Veren el, alan elden de üstündür. Ben bu alandaki zenginleşmeyi
olumlu görüyorum. Anadolu kaplanları gibi ya da Türk okullarının açılması gibi
gelişmeler geniş bir perspektif sağlıyor bize… Müslümanların dünyaya açılmaları
lazım. Hem ekonomik, hem siyasi hem de kültürel…Artık mehterle Viyana’ya
gitmemize gerek yok. Çünkü orada okullarımız var. Fakat, Türkiye’de ve dünyada
bu kadar uçurumlar varken, Allah, kendisine ‘yürü ya kulum’ dediği kişilerin
ölçüyü kaçırmaması lazım. Zekat 40’ta birdir evet ama bu en düşük orandır. Yani
Müslüman’ın cimrisi ancak bu oranı verecektir. İslamiyet’te lüksün yeri yok.
Gardoroplarımızı hafifletmek zorundayız. Tüketme kültürüne müslümanların
direnmesi lazım.
- Herkes, babanızın görme
yetisini kaybetmesine rağmen nasıl bu kadar üretken olduğunu soruyor.
Babam 38 yaşında kör oldu, 78 yaşında yaşamını yitirdi. 4 yaşında gözlük
takmaya başladı. Katarakt ilerleyince körlük meydana geldi. Tabi bugün bunun
tedavisi kolayca yapılıyor. Necip Fazıl Kısakürek’in bu konuda çok hoş bir
ifadesi var. ‘Gönül gözü daha iyi görsün diye Canab-ı Hak Cemil Meriç’in
gözlerini elinden aldı’ demişti Necip Fazıl Kısakürek. Sanıyorum ki körlük
babamın o düşünce gücünü daha da derinleştirdi. Cemil Meriç bütün eserlerini
kör olduğu haliyle verdi. Demek ki böyle olması daha hayırlıymış.
- Ümit Meriç’te ne kadar
Cemil Meriç etkisi var?
Yaz tatillerinde, liseyi bitirdikten sonra Sosyoloji talebesi olduktan
sonra sürekli babamla beraber çalıştım. O söyledi ben yazdım. Hayatımın 41 yılı
babamla paralel geçti. Onun dışında bir hayatım olmadı. Bir hazinenin ortasında
doğmuştum. Bir kütüphanenin yanındaydım, bir saraydaydım. Bir zikir
sarayındaydım yani. Cemil Meriç’e kitaplar okuyordum. Entelektüel donanımımda,
babamın kör olması, birinci derecede etkili olmuştur.
- Ramazan ayını ve onun
bizlere mesajını nasıl okumak lazım?
Ramazan hayatımızın mayası olacaksa anlamlıdır. Ramazan’ı diğer 11 aydan
ayırmak istemiyorum. Tabi ki 11 ayın sultanıdır. Oruç insanın kendi bedeniyle
tanışma sürecidir. Fakat nasıl ki, iki vakit arasındaki zaman, hırsızlık
yapmamız, zina yapmamız için bizlere verilmemişse ve her an bir müslüman gibi
geçirmeye mükellef isek, Ramazanda da, diğer aylar arasındaki kıyaslamada da
aynı hassasiyeti göstermek lazım. Ramazan bunun biraz daha yoğunlaştığı bir
zaman dilimi. Neticede biz, Ramazan’ın manasını diğer aylara mayalarsak işte o
zaman Ramazan gerçek manasına ulaşmış olur. ‘Oh Ramazan bitti, vur patlasın çal
oynasın’ diyeceksek Ramazan’ın manasını da yitirmiş oluruz.
- Ümit Meriç Kimdir?
Prof. Dr. Ümit Meriç 1947 İstanbul doğumlu. Ünlü düşünür ve
edebiyatçılarımızdan Cemil Meriç’in kızı olan Ümit Meriç, sosyoloji alanınında
yaptığı akademik çalışmalarla tanınıyor. İstanbul Üniversitesi’nde uzun yıllar
bölüm ve ana bilim dalı başkanlığı yapan Meriç, 2000 yılında, başörtüsü takmaya
karar verdiği için görevinden ayrılmak zorunda kaldı. 2010 İstanbul Avrupa
Kültür Başkenti’nin danışmanlığını yapıyor. Meriç geçtiğimiz haftalarda ikinci
baskısını yapan ‘Seyyahların Aynasında Şehirlerin Sultanı İstanbul’ adlı kitabı
kitabında Fetihten günümüze kadar binlerce seyyah arasında yapılan seçkilerin
yer aldığı kitabını yayınlandı.
Röportaj Tarihi: Temmuz 2010
Yer: İstanbul Boğazı - Ercan Usta'nın teknesi
Röportaj Tarihi: Temmuz 2010
Yer: İstanbul Boğazı - Ercan Usta'nın teknesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.