Ümit Meriç: Bilim aciz kalınca Allah’a sığındım! - Orhan Turan

Gazeteci Orhan Turan'ın kişisel sitesi

Pazartesi, Aralık 15, 2014

Ümit Meriç: Bilim aciz kalınca Allah’a sığındım!

Sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç, “Bilim, aradığım cevaplar karşısında aciz kaldı. Allah’a sığındığımda tüm çıkmazlarım sonsuzluğa açıldı”

Orhan Turan Ümit Meriç ropörtajı

Orhan Turanİstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 30 yıl doçent ve profesör olarak çalıştı. Ziya Gökalp’in kurduğu en eski sosyoloji kürsüsünde ilk kadın profesör ve kadın başkan olarak bolüm başkanlığı ve Sosyoloji Araştırma Merkezi müdürlüğü yaptı. Ünlü düşünür ve edebiyatçılarımızdan Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’ten söz ediyoruz. Başını örtmeye karar verdiğinde İstanbul Üniversitesi’nde bölüm başkanı olan Meriç, yapılan baskılar sonucu başını açmaktansa görevinden ayrılmayı tercih ederek, aynı yasağın mağdurları arasında yer aldı. Ancak Meriç, bu yasakla birlikte hayatındaki değişimlere asla bir mağduriyet olarak bakmadığını söyleyenler arasında. 31 yaşında ilk namazını kılan, 53 yaşında ise başını örtmeye karar veren Meriç, bilimin, aradığı cevaplar karşısında aciz kaldığını söyleyerek Allah’a sığındığını ve tüm çıkmazlarının Allah’la tanışma sürecinde sonsuzluğa açıldığını söylüyor. Türkiyenin önde gelen aydınlarından, önemli bir fikir ve bilim insanı Meriç ile değişimini ve bu değişimin toplumsal etkilerini konuştuk.

-         Ümit Meriç nasıl bir aile çocuğuydu?
Ne annemin başı örtülüdür, ne de akrabalarımın. Ben bir İstanbul kızıyım. Tango yapmış bir annenin kızıyım. Annem Darul Fünun mezunudur. Erenköy Kız Lisesi’nden Reşat Nuri Güntekin’in talebesidir. Piyano çalarlar falan. Öyle bir kuşak. Dedem Osmanlı hakimidir. Cumhuriyeti görmemiş. Annem ve babam biz küçükken asla dini telkinlerde bulunmadılar. ‘Siz kendiniz öğrenin ve neye isterseniz ona inanın’ derlerdi. Bizi son derece nötr yetiştirdiler.

-         Çocukluğunuzdan itibaren ailenizin bu doğrultudaki telkinleri gençliğinizi nasıl yönlendirdi?
Üniversiteyi bitirene kadar agnostik bir inanç çizgim vardı. Ölümden korkuyordum. Ancak Canab-ı Hak’la irtibat nasıl kurulur. Kurulmalı mıdır, var mıdır, yok mudur işin bu tarafını hiç görmedim ya da farketmedim.

Bir bilim insanı olarak Ümit Meriç’in hayatına yön veren o değişimde, ilk kırılma noktası nasıl oldu?
Bu tamamen psikolojik bir patlamaydı. 30 yaşındaydım. Biliyorsunuz 30 yaş, insan hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Sebepsiz bir sıkıntı kapladı içimi o dönemde. Buna sebep bulamıyordum. Dünyadan nefret eder hala geldim. Herşey kapkaranlık görünmeye başladı. Sonunda ‘bu kadar çekilmez bir dünyada ben niye yaşıyorum’ demeye başladım. Ben dini bir terbiye almadan büyümüş, hayatının önemli bir bölümünü agnostik bir insan olarak geçirmiş biriyim. Sosyoloji profesörüyüm. Sorduğum soruların cevaplarını bilimde aradım. Ancak bilmin de yapacağı pek bir şey yok gibiydi. Bunalımlarım büyüdü. Ölmeyi hatta intihar etmeyi bile ciddi ciddi düşündüm. O kadar ümitsizdim ki, hayatın devamı olan ölümden bile ümidi kesmiştim.

-         Neydi sorduğunuz o sorular?
Ölümden çok korkuyordum. Akademik bir kariyerim olmasına rağmen neden dünyada olduğumuzu sorguluyordum. Hergün güneş doğuyor ve batıyordu. Yaşamaktan var olmaktan öte başka bir şeyin varlığını sorguluyordum.

-         Sonra ne oldu?
Böyle düşündüğüm bir gece geçirdikten sonra, gecenin sonunda sabah ezanını ilk defa fark ederek dinlemeye başladım. ‘Bu   ne’ dedim kendi kendime. Ben herşeyi denedim. Sigara içtim, müzik dinledim, gezdim, eğlendim. İçimdeki karanlık gitmedi. 1978 yılındaydı. 31 yaşındaydım. O sabah oturup namaz kıldım. Böylece hayatımın ilk namazını o zaman kılmış oldum.

-         31 yaşında namaz kılmaya karar verdiniz ancak başınızı 53 yaşında örttünüz?
17 Ağustos depreminin üçüncü gecesi Armutludaydık. Daha önce başımı örtmeyi düşünmüyordum. Yarın kıyamet kopacak! duygusu geldi. Yatsı namazından sonra iki rekât daha namaz kılmak istedim. Allah’a dua ettim; bu dünyayı bize bağışlaması için dua ettim. O an bir utanç duydum içimde. Sadece deprem gecesi Cenab-ı Allah’a yapmış olduğum duaların kabul olduğunu hissettiğim bir anda Cenab-ı Hakka karşı müthiş bir mahcubiyet duydum. Ve dedim ki, “sen Allah’sın ben kulum. Dualarımı sen kabul ediyorsun, ben senin emirlerini yerine getirmiyorum” dedim. Allah’tan çok utandım. O an başımı örtmeye karar vermiştim. “Beni bana mahcup etme” dedim. O dönemde İstanbul Üniversitesi’nde 3 yıllık Bölüm Başkanlığım bitmiş Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevine başlamıştım.

-         Yine aynı yıllarda başörtünüz yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldınız. Çünkü kamu alanında başörtü takmak laik devletle çelişiyor, deniyor.
Laiklik ilkokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında devletin dine ve dindarlara müdahale etmemesi şeklinde tanımlanır. Devlet benim vücuduma devlet üstü alanda müdahale etmek hakkına sahip değildir.Bu benim yaşamamla ilgili bir hakkım, varlığımla ilgili bir hakkım. Allah’ın bana emriyle ilgili bir hakkım. Buna ne çocuğum, ne komşum, ne arkadaşım müdahale edebilir. Laik olan devletimin bana, inandığım dindarlığıma müdahale etmeye hakkı yoktur. Bu laikliğe aykırıdır.

-         Agnostik dünyadan bugüne, sosyolojiye bakışınız değişti mi?
Sosyolojiyi dünyevi buluyorum. Oysa benim yaşadığım süreç sadece dünyevi değil. Bu çok daha büyük, sosyolojiyi de içine alan egzistansiyel bir değişim süreci benim yaşadığım. Kendi açmazlarımı insanlığın belli kesimlerinde görüyorum. Beşeriyet ruhi patinajlar içerisinde. İslam kendi açmazlarımla ilgili ispata gerek bırakmayan bir kuşatıcılıkla sardı beni. Dolayısıyla gündelik hayatımda buna göre şekillendi. Ben şahsen beşeriyetinde de, bugün içinde bulunduğu açmazlarının, kendi kendisiyle tanışma sürecinin, en uç boyutlara kadar götürerek, faniliğimizin, aslında sadece bedensel bir fanilik olduğunu, ruhumuzun ebedi olduğunu idrak ederek aşabileceği kanaatindeyim. Beşeriyetin önünde başka hiçbir alternatif yok! Bilim bu noktada aciz kalıyor. Zaten ben de içimdeki açmazlarla ilgili çıkış yolu arayışımda bilimin bu acizliğini gördüm.

     Kendi arayışlarınız sonucu inanç dünyanızı oluşturan biri olarak, geleneksel dindarlara yönelttiğiniz eleştriler var. Mesela müslüman bir kadının jipe binmesiyle ilgilidir biri de…
Allah kazananları sever. Veren el, alan elden de üstündür. Ben bu alandaki zenginleşmeyi olumlu görüyorum. Anadolu kaplanları gibi ya da Türk okullarının açılması gibi gelişmeler geniş bir perspektif sağlıyor bize… Müslümanların dünyaya açılmaları lazım. Hem ekonomik, hem siyasi hem de kültürel…Artık mehterle Viyana’ya gitmemize gerek yok. Çünkü orada okullarımız var. Fakat, Türkiye’de ve dünyada bu kadar uçurumlar varken, Allah, kendisine ‘yürü ya kulum’ dediği kişilerin ölçüyü kaçırmaması lazım. Zekat 40’ta birdir evet ama bu en düşük orandır. Yani Müslüman’ın cimrisi ancak bu oranı verecektir. İslamiyet’te lüksün yeri yok. Gardoroplarımızı hafifletmek zorundayız. Tüketme kültürüne müslümanların direnmesi lazım.

-         Herkes, babanızın görme yetisini kaybetmesine rağmen nasıl bu kadar üretken olduğunu soruyor.
Babam 38 yaşında kör oldu, 78 yaşında yaşamını yitirdi. 4 yaşında gözlük takmaya başladı. Katarakt ilerleyince körlük meydana geldi. Tabi bugün bunun tedavisi kolayca yapılıyor. Necip Fazıl Kısakürek’in bu konuda çok hoş bir ifadesi var. ‘Gönül gözü daha iyi görsün diye Canab-ı Hak Cemil Meriç’in gözlerini elinden aldı’ demişti Necip Fazıl Kısakürek. Sanıyorum ki körlük babamın o düşünce gücünü daha da derinleştirdi. Cemil Meriç bütün eserlerini kör olduğu haliyle verdi. Demek ki böyle olması daha hayırlıymış.

-         Ümit Meriç’te ne kadar Cemil Meriç etkisi var?
Yaz tatillerinde, liseyi bitirdikten sonra Sosyoloji talebesi olduktan sonra sürekli babamla beraber çalıştım. O söyledi ben yazdım. Hayatımın 41 yılı babamla paralel geçti. Onun dışında bir hayatım olmadı. Bir hazinenin ortasında doğmuştum. Bir kütüphanenin yanındaydım, bir saraydaydım. Bir zikir sarayındaydım yani. Cemil Meriç’e kitaplar okuyordum. Entelektüel donanımımda, babamın kör olması, birinci derecede etkili olmuştur.

-         Ramazan ayını ve onun bizlere mesajını nasıl okumak lazım?
Ramazan hayatımızın mayası olacaksa anlamlıdır. Ramazan’ı diğer 11 aydan ayırmak istemiyorum. Tabi ki 11 ayın sultanıdır. Oruç insanın kendi bedeniyle tanışma sürecidir. Fakat nasıl ki, iki vakit arasındaki zaman, hırsızlık yapmamız, zina yapmamız için bizlere verilmemişse ve her an bir müslüman gibi geçirmeye mükellef isek, Ramazanda da, diğer aylar arasındaki kıyaslamada da aynı hassasiyeti göstermek lazım. Ramazan bunun biraz daha yoğunlaştığı bir zaman dilimi. Neticede biz, Ramazan’ın manasını diğer aylara mayalarsak işte o zaman Ramazan gerçek manasına ulaşmış olur. ‘Oh Ramazan bitti, vur patlasın çal oynasın’ diyeceksek Ramazan’ın manasını da yitirmiş oluruz.

-         Ümit Meriç Kimdir?
Prof. Dr. Ümit Meriç 1947 İstanbul doğumlu. Ünlü düşünür ve edebiyatçılarımızdan Cemil Meriç’in kızı olan Ümit Meriç, sosyoloji alanınında yaptığı akademik çalışmalarla tanınıyor. İstanbul Üniversitesi’nde uzun yıllar bölüm ve ana bilim dalı başkanlığı yapan Meriç, 2000 yılında, başörtüsü takmaya karar verdiği için görevinden ayrılmak zorunda kaldı. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti’nin danışmanlığını yapıyor. Meriç geçtiğimiz haftalarda ikinci baskısını yapan ‘Seyyahların Aynasında Şehirlerin Sultanı İstanbul’ adlı kitabı kitabında Fetihten günümüze kadar binlerce seyyah arasında yapılan seçkilerin yer aldığı kitabını yayınlandı.

Röportaj Tarihi: Temmuz 2010
Yer: İstanbul Boğazı - Ercan Usta'nın teknesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.