Yahudiler İsrail için Sultan'a ne teklif etti - Orhan Turan

Gazeteci Orhan Turan'ın kişisel sitesi

Pazartesi, Aralık 15, 2014

Yahudiler İsrail için Sultan'a ne teklif etti

Vahdettin Ergin - Orhan Turan

Orhan Turan - Pazarlık kitabının yazarı Prof. Dr. Vahdettin Engin, Yahudi devletinin doğuşunu. ‘Kutsal devleti’ kurmak için Yahudi milletinin Abdulhamit’le nasıl pazarlık yaptığını anlattı..

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin’le yaşanan bu pazarlığı ve Türkiye’nin İsrail politikasını konuştuk. Osmanlı dönemini anlatan 11 kitap yazan Engin ile Filistin bağlamında Osmanlı- Yahudi ilişkilerini ve Türkiye’nin bölge politikası…  
  
Yahudilerin “vaadedilmiş kutsal topraklar”a ulaşmak için izlediği attığı adımlardan bahsedelim.
Aslında Yahudilerin gündeminde Kudüs her zaman vardı. Ancak ara formüller çerçevesinde geçici çözüm olarak farklı bir yere geçmeleri de teklif edildi. Mesela Anadolu’da Baron Hirsch adında bir müteahhid var. Osmanlı Rumeli demiryollarını yapıyor. Aldığı işlerden çok büyük paralar kazanan bir Yahudi bu… Baron kazandığı paranın önemli bir kısmını Yahudilere yardım amacıyla, yurt arayış sürecine de katkı sağlama anlamında değerlendiriyor. 1891 yılında İç Anadolu’da yani Ankara, Konya çevresi için Osmanlı hükümetine resmi başvuruyla gelerek, ‘Anadolu’dan toprak satın alalım, Yahudileri buraya yerleştirelim’ teklifinde bulunuyor. Zira o yıllarda Yahudiler ne Avrupa’da ne de başka topraklarda rahat edemiyorlar. Baron Hirsch’in Osmanlı’ya yaptığı bu teklif red ediliyor. Red edildikten sonra bir Alman Milletvekili Ankara Valisi’nden randevu alarak ikili temaslara başlıyor. Bu temaslarda Anadolu’dan toprak satılmasıyla ilgili teklif yeniden yapılıyor. ‘Anadolu’ya bu civara yerleşilebilir mi’ gibisinden kulis yapılıyor. Vali de bu ‘benim verebileceğim bir karar değildir’ diyerek bu teklifi kabul etmiyor.

Bu teklif bir yurt edinme çabası mı, yoksa ikamet edilecek yerleşim yeri bulma amacına mı hizmet ediyor?
Burada sadecece yerleşim amaçlı bir arayış var. Bunun yanında Kudüs ve Filistin, Yahudilerin yurt olarak her zaman gündeminde olan bir meseledir.

Peki, Yahudilerin Osmanlı sınırları içerisine yerleşmeye başlamaları nasıl oluyor?
Osmanlı her millete kucak açan bir yapıya sahiptir. Yahudilerin dünyanın farklı yerlerinde insanlık dışı muameleye tutulması Osmanlı’nın onlara kucak açmasına neden olmuştur. Bu dönemde Osmanlı bundan hiç çekinmez. Çünkü Yahudiler bağlı oldukları devlete gerçekten sadık olan ve otoriteyi tanıyan bir yapı oluştururlar. II. Abdulhamit tek bir yerde toplanmamaları, ülkenin farklı yerlerinde yaşamaları ve özellikle Kudüs ve Hayfa’da bir arada oturmamaları şartıyla Yahudilerin Osmanlı ülkesinde yaşamalarına izin verir. Dikkat ediniz ki II. Abdulhamit İsrail için Filistin ve Hayfa’nın ne anlama geldiğini ve buralardan uzak tutulması gerektiğini biliyor. Osmanlı insani noktadan hareket ederek, Avrupa’da İspanya’da horlanan Yahudilere kapılarını açıyor.

İsrail’in kurucusu olarak kabul edilen Gazeteci Dr. Theodore Herzl’în, II. Abdulhamit’le olan ilişkisine dair ciddi bir tercüme hatasını son kitabınızda belgeleriyle ortaya koydunuz. Bu ilişkiyi biraz daha açar mısınız ve nedir o tercüme hatası?
Bu belgeYahudi kökenli Fransız Gazeteci Theodore Herzl’in orijinal mektubudur. Mektup Fransızca yazılmıştır. Bu orijinal belgenin yanında da Latin harflerle daktilo ile yazılmış bir Türkçe tercümesi var. Mektup Tarabya’dan gelmiş 1902 tarihli. Dolayısıyla o mektubun asıl tercümesi Osmanlıcadır. Ancak ben bugün orijinal metnin yanındaki Türkçe tercümeyi havaya kaldırıp ışığa tuttuğumda Türkiye Cumhuriyeti ibaresini gördüm. Yani tercüme sonradan Cumhuriyet döneminde yapılmış. 1928’den sonra yapıldığı kesin. Şimdi o mektupta ne diyor. Theodore Herzl, orijinal metinde II. Abdulhamit’e, ‘siz geçen ziyaretimde Yahudilerin dağınık biçimde Anadolu’da ve Mezopotamya’da yerleşmesine izin vermiştiniz ancak biz Kudüs’te ve Hayfa’da da bu şekilde yerleşmek istiyoruz’ diyor. Şimdi burada II. Abdulahmit’in ‘dağınık biçimde’ ve sadece ikamet etme amaçlı’ şartlarını koştuğuna ve Theodore Herzl’in de bunu vurguladığına dikkat ediniz. Oysa 1928 yılından sonra bu mektubun tercümesini yapanlar mektubu Türkçe’ye şöyle çevirmiş, “Geçen defa Mezopatamya yanında Filistin ve Hayfa’yı bize vadetmiştiniz” diyor. Oysa mektupta Filistin ve Hayfa’nın da yerleşime açılması için sadece bir teklif var, yerleşim için verilmiş olan bir izin yok. İşte bu tercüme yüzünden yıllarca, “Abdulhamit, diğer yerlerin yanısıra Kudüs ve Hayfa’ya da yerleşmeleri için Yahudilere izin verdi” şeklinde bilgiler yer aldı. Oysa bu doğru değildir. II. Abdulahmit İsrail devleti kurulması amacını taşındığını düşünerek asla Filstin ve Hayfa’ya Yahudi yerleşimine izin vermemiştir.

Özellikle 19. yüzyılda Avrupa başta olmak üzere ABD’ de dâhil hiç kimsenin yahudileri istemediğini görüyoruz. Bunun sebebi nedir?
Bir kere özellikle Hıristiyanların Yahudilere bir bakışı var. Sevmiyorlar. Antisemitizm denen bir olgu var. Dikkat edin, Osmanlı kültüründe böyle bir şey yoktur. Bu kavram zaten Avrupa’lının Yahudilere bakışından ortaya çıkmıştır. Yahudi aleyhtarlığı Avrupa tarihi süresince varolan bir durum. Fakat bu tavır dönem dönem hız kazanıyor. Özellikle 19. Yüzyılda tırmanmasının sebebi, Fransız ihtilaliyle birlikte artan milliyetçilik akımlarıdır. Bu da Yahudi aleyhtarlığını daha fazla arttırıyor. Aslında Yahudilerin millet bilincine sahip olmaya başlaması da aynı zamana denk düşer. Aynı milliyetçilik algısı Yahudi düşmanlığını körüklerken, Yahudilerde de ‘bir devlet kurulmalı’ düşüncesini hızlandırıyor. İsrail devletinin teorisyeni olan Theodore Herzl’in de o dönemde ‘biz bir milletiz’ dediği dikkat çeker. Bunun için büyük çaba harcamaya başlar. Bunu yaptığında ise karşı tepkisi çok daha fazla oldu. Ülkelerden kovulmaya başlamalarının sebebinde, kendilerinin daha milliyetçi olmaya başlamaları da büyük etkendir. Siyonist düşüncenin de 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yoğunlaştığını görüyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu ile Yahudilerin tanışması nasıl oluyor?
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudilerle tanışması II. Beyazid dönemine denk geliyor. Yahudiler özellikle Avrupa’da büyük zulüm görüyordu. Öldürülüyorlardı. II. Beyazid çok sayıda Yahudi’yi şartsız olarak kabul etti. Sonraki dönemlerde de bu sığınma devam etti. Osman’lı, Yahudilerin tarihin her noktasında en güvenli limanı oldu. Bunu onlar da inkâr etmezler zaten. Osmanlı Yahudiler’e millet sistemi içerisinde Ermeni’ye, Rum’a nasıl bakıyorsa Yahudilere de aynı millet yaklaşımıyla baktı. İlginçtir, bu milletler içerisinde en sadık millet de Yahudilerin olduğu bilinir. Rumlar ayaklanır bağımsızlık ister, Ermeniler ayaklanır bağımsızlık ister ancak Yahudiler hiçbir zaman böyle bir teşebbüsü düşünmezler bile… Özellikle Osmanlı Yahudileri bile Yahudilerin devlet kurma girşimi başladığında Padişah’a, ‘Biz devletimize sadığız, biz siyonizmi desteklemiyoruz’ diyerek mektup yazıyorlar. Theodore Herzl’in de son dönemde II. Abdulhamit’ten istediği budur aslında. Avrupa’da istenmediklerini horlandıklarını söyleyerek, ‘Ceddiniz bize sahip çıktı. Şimdi de bizi kabul edin’ diyor. Mesela 1892 yılında bütün dünya Yahudileri adına II. Abdulhamit’e telgraf ve mektuplar geliyor. Orada, “Bize sahip çıkmanızın 400. Yıldönümü vesilesiyle şükranlarımızı ve minnet duygularımızı bildiriyoruz” ifadelerine yer verirler. Hatta 500. Yüzyıl kutlamaları da 1992’de gerçekleşmiştir.

Bazı Yahudiler İsrail fikrine bugün de karşı. Siyonizm karşısında Müslümanlarla ortak hareket edenler bile var. Bunun sebebi nedir.
Alliance İsraelit siyonizme karşıdır. Bir de aşırı dindar Yahudiler de Siyonizme karşıdır. Bunların bir kısmı İsrail devletini şu anda erken buldukları için karşı çıkıyorlar. Çünkü Yahudi devleti inançlarına göre Mesih’le birlikte kurulması gerekiyor. Diğer sebebi de bulundukları devlette rahatsız edilmemek amacıyla devlet fikrine karşı çıkmışlardır. Yeter ki huzurlu olalım düşüncesidir. Hahambaşı bile açık bir dille, “Bizim Siyonistlerle hiçbir ortak noktamız yoktur” diyor.

Yeniden Theodore Herzl’e dönelim. Abdulhamit’le uzun süren diyalogları var. Siz bunu son kitabınız ‘Pazarlık’ta’ belgeleriyle ortaya koyuyorsunuz. Nedir bu pazarlık?
Theodore Herzl’in düşüncesi şu. “Biz Filistin’e yerleşeceksek, bu ancak II. Abdulhamit tarafından gerçekleştirilebilir. Onu ikna edebilirsek yerleşiriz, onun dışında yerleşemeyiz” Dolayısıyla bütün mesaisini II. Abdulhamit’e ayırdı. Peki, Abdulhamit ne yaptı? Abdulhamit elindeki kozları yerinde ve zamanında kullanmasını bilen bir insan. Padişah olduğunda devletin borcu 252 Milyon Lira’ydı. Yani Osmanlı’nın 1 yıllık milli gelirinin 14 katıydı. Kapitülasyonlar yürürlükteydi. Ermeniler çatışma içerisindeydi. Devlet kurmak istiyorlardı. Abdulhamit ekonomiden anlıyordu. Borçlularla oturdu. “Borç verdiniz yüksek faiz aldınız. Riski almadınız. Şimdi ya borçlarda indirim yapın, bunu ödeyelim. İndirim yapmazsanız zaten bu kadar borcu ödeyemeyiz o halde birlikte batalım” diyerek açıkça tavrını ortaya koydu. Abdulhamit 252 milyon olan devlet borcunu, bu teklif üzere, borç indirimi anlaşmalarıyla 125 Milyon Liraya düşürdü. Ancak Duyun-u Umumiye de kuruldu bu arada. Bu kötüydü ancak iyi tarafı da şuydu. Eskiden alacaklı ülkeler borç nedeniyle siyasi baskı yapıyordu. Bu borçların plana bağlanmasıyla bu ortadan kalkmış oldu. Abdulhamit’in esas niyeti Kapitülasyonları kaldırmaktı. Ancak bunun için borçlardan kurtulmak gerekiyordu. İşte tam bu noktada Theodore Herzl büyük bir fırsat olabilirdi. Bu yüzden onunla irtibat kurdu. Şimdi Theodore Herzl Filistin istiyor, Abdulhamit bu krizlerden yara almadan çıkmak istiyordu. Borçların birleştirilmesi için Theodore Herzl devreye giriyor ve Duyun-u Umumiye ile görüşerek bu birleşmenin yapılamasına katkı sağlıyor. O döneme kadar Abdulhamit 125 Milyon’a indirdiği borçları, 75 Milyon’a kadar düşürüyor. Theodore Herzl’in girişimi ve borçların birleştirilmesi sonucu ise borç toplamı 32 milyona düşüyor. İşte tam bu noktada Theodore Herzl’in o teklifini görüyoruz. Sultan Abdulhamit’e bağlılığını gösteren Theodore Herzl , bu borcun yüzde 80’nini kendileri (Yahudi toplumu, finans çevreleri) tarafından ödenmesini teklif ediyor. Bunu dolaylı olarak Filistin’e yerleşme şartıyla teklif ediyor. Ancak Abdulhamit bu teklifi kesinlikle kabul etmemiş ve Theodore Herzl ile Abdulhamit ilişkileri bu noktada kesilmiştir. Abdulhamit zaten bu süreçte Duyun-u Umumi ile anlaşıyor. Ancak Theodore Herzl birçok alanda Abdulhamit’in elini güçlendirmiştir. Osmanlı adına süreç içerisinde kulis yaparak ortam hazırlamıştır. Theodore Herzl, 1902’de yaşanan bu olaylar sonrasında vefat etmiştir. 1908 yılında Abdulhamit iktidarı İttihat ve Terakki’ye devrederken Osmanlı borcu 25 Milyon’a kadar düşmüştü. Bu dasadece 1 yıllık milli gelirin karşılığıydı. 252 milyon liralık borçtan 32 milyona… Abdulhamit neredeyse devleti kurtarmıştır. Cumhuriyet’e kadar intikal eden büyük borçlar ise II. Meşrutiyet’le başlayan İttihat ve Terakki yönetiminin borçlarıdır. Theodore Herzl’in Filistin’e yerleşmek umuduyla Abdulhamit’e bağlılığını bildirerek çok sayıda hizmet verdiğini görüyoruz.

Cumhuriyet döneminde Yahudilerle Türkiye arasındaki ilişkiler nasıldı?
Aslında Türkiye’nin gerek İsrail öncesi gerek İsrail Devleti ile birlikte o bölgeye bakışı biraz ‘karışmama’ şeklinde cereyan ediyor. Orada bir işgal olduğu biliniyor, yanlışlar farkediliyor ancak sanki ses çıkarılmıyor. Sırtını dönüyor ancak olanlardan habersiz değil. Böyle bir tavır var. Ancak burada çok önemli bir tespiti aktarmak gerekir. Atatürk’ün 1937 yılında Bombay Cronical Gazetesi’nin yazdığı bir konuşması var. Bu metinler, arşivlerde de var. O konuşmada Atatürk’ün bölgeyle ilgili tavrını net biçimde görebiliyoruz. Atatürk “Filistinliler bizim dindaşımızdır. Gerekirse müdahele ederiz” diyor. Bu çok önemli bir şey… O dönem İsrail yok, kitlesel Yahudi göçleri var. Yerleşmeler İngiliz eliyle devam ediyor. Atatürk bundan son derece rahatsız ve bu rahatsızlığını net biçimde dile getiriyor. Ancak Atatürk’ün 1 yıl sonra ölümü ile Türkiye’nin bu konudaki tavrı o denli net olmuyor.

Bu uzun süren sırt dönme ya da sessiz kalışın son zamanlardaki dış politika ile değiştiğini söyleyebilir misiniz? Başbakan’ın, “Filistin’in kaderi İstanbul’un kaderidir” yaklaşımı Atatürk’ün “Filistinliler bizim dindaşımızdır. Gerekirse müdahele ederiz” sözleriyle paralel değil mi?
Son zamanlardaki dış polika Türkiye’yi Arap dünyasının gözünde prestijini arttıran bir çıkış oldu. Ancak ‘Türkiye’nin çıkarları tam olarak bunları mı gerektirirdi’ diye sorarsanız onu tartışmak gerekir diye düşünüyorum. Herşeyden önce biz, Osmanlı devletinin mirasçısı falan değiliz. Biz Osmanlı’nın kendisiyiz. Bir kere bunu görmek lazım; Türkiye’nin bu çıkışı ve özellikle İslam ülkelerindeki prestijinin yükselmesi bu anlamda doğal. Ancak buradaki sıkıntı şu; Bazı şeylere gücünüzün yetmesi lazım... Türkiye İsrail’e olan bu tepkinin arkasında ne kadar durabilir. Birçok alanda işbirliği mevcut çünkü... Atatürk’ün Türkiye’si ile bugünün Türkiye’si aynı imkânlara sahip değil. 1937’nin Türkiye’si saldırmazlık anlaşmalarını imzalamış, herhangi bir güçün direkt ortağı olmayan, bağlayıcı anlaşmalar yapmamış bir atmosferdeydi. Ancak bugün birçok etken bazı şeyleri kendi başımıza yapamayacağımızı gösteriyor.

İsrail’in Mavi Marmara Gemisi’ne yaptığı kanlı saldırıyla birlikte, Türkiye - İsrail ilişkilerinin geleceği hakkında düşünceniz ne? Eksen kayması olacak mı?
İsrail’in bölgede uyguladığı politika var. Var olmak istiyor. Var olmak için de saldırgan bir politika izliyor. Dolayısıyla yaptıklarının tümünü, burada tutunabilmenin bir çabası olarak görmek lazım. Türkiye bence tepkisini tam olarak gösteremedi. Diplomatik olarak tepkisini gösterdi ancak sonuç alamadı. İsrail’in yaptığı yanına kar kaldı. Belki daha ince hesap yapmak lazımdı. Tabi ki bu Türkiye siyasetinin dışında kalan bir olaydı. Çünkü işin içinde bir sivil toplum örgütü var. Bu Türkiye’ye özel bir sorun da değil. İsrail’in politikası bu! Yıllardır bunu yapıyor. Uluslararası hukuku tanımıyor. İcraatını yapıyor. Ondan sonra da yaptığı yanına kar kalıyor.

Bölgeye baktığınızda gelecek için ne görüyorsunuz, felaketin eşiğinde miyiz?
Bir felaket olabilir ancak olumlu yönde de çözüm imkânsız değil. Traihi açıdan bakacak olursak Türkiye’den ayrılıp bağımsızlığını ilan eden devletlerin tamamının, bunu yabancı bir gücün desteğiyle yapabildiğini görüyoruz. Bunun hiçbir istisnası yok. 1830’da Yunanistan’dan başlıyor Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, bütün Arap coğrafyası ve diğerleri… Osmanlı Ortadoğu’dan çekildi ancak akan kan hala durmadı. Balkanlardan çekildi kan yine durmadı. Türkiye Osmanlı’nın rolünü oynayabilir mi? Bu çok önemli! Osmanlı “siz birbirinizden farklısınız ancak buna rağmen kardeşçe yaşayın” mesajını veriyordu. Şimdi Türkiye bunu ne kadar yapabilir. Bunu yapabilirse herşey bambaşka olacak. Ancak bunu yapmasını en başta dünyayı kontrol eden egemen güçler de istemiyor zaten. Çünkü onlar için kanın durması değil, çıkarının nerede olduğu önemlidir. Kısa vadede çok olumlu gelişmeler olacağını sanmıyorum. Ancak Türkiye, özünden aldığı tavırla politika sergilerse iç ve dışarda ciddi bir belirleyici güç olacaktır diye düşünüyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.