Orhan Turan - Pazarlık kitabının yazarı Prof. Dr.
Vahdettin Engin, Yahudi devletinin doğuşunu. ‘Kutsal devleti’ kurmak için Yahudi milletinin Abdulhamit’le nasıl pazarlık yaptığını anlattı..
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Vahdettin Engin’le yaşanan bu pazarlığı ve Türkiye’nin İsrail
politikasını konuştuk. Osmanlı dönemini anlatan 11 kitap yazan Engin ile
Filistin bağlamında Osmanlı- Yahudi ilişkilerini ve Türkiye’nin bölge
politikası…
Yahudilerin “vaadedilmiş kutsal topraklar”a ulaşmak için
izlediği attığı adımlardan bahsedelim.
Aslında Yahudilerin gündeminde Kudüs her zaman vardı.
Ancak ara formüller çerçevesinde geçici çözüm olarak farklı bir yere geçmeleri
de teklif edildi. Mesela Anadolu’da Baron Hirsch adında bir müteahhid var.
Osmanlı Rumeli demiryollarını yapıyor. Aldığı işlerden çok büyük paralar
kazanan bir Yahudi bu… Baron kazandığı paranın önemli bir kısmını Yahudilere
yardım amacıyla, yurt arayış sürecine de katkı sağlama anlamında
değerlendiriyor. 1891 yılında İç Anadolu’da yani Ankara, Konya çevresi için
Osmanlı hükümetine resmi başvuruyla gelerek, ‘Anadolu’dan toprak satın alalım,
Yahudileri buraya yerleştirelim’ teklifinde bulunuyor. Zira o yıllarda
Yahudiler ne Avrupa’da ne de başka topraklarda rahat edemiyorlar. Baron
Hirsch’in Osmanlı’ya yaptığı bu teklif red ediliyor. Red edildikten sonra bir
Alman Milletvekili Ankara Valisi’nden randevu alarak ikili temaslara başlıyor.
Bu temaslarda Anadolu’dan toprak satılmasıyla ilgili teklif yeniden yapılıyor.
‘Anadolu’ya bu civara yerleşilebilir mi’ gibisinden kulis yapılıyor. Vali de bu
‘benim verebileceğim bir karar değildir’ diyerek bu teklifi kabul etmiyor.
Bu teklif bir yurt edinme çabası mı, yoksa ikamet
edilecek yerleşim yeri bulma amacına mı hizmet ediyor?
Burada sadecece yerleşim amaçlı bir arayış var. Bunun
yanında Kudüs ve Filistin, Yahudilerin yurt olarak her zaman gündeminde olan
bir meseledir.
Peki, Yahudilerin Osmanlı sınırları içerisine yerleşmeye
başlamaları nasıl oluyor?
Osmanlı her millete kucak açan bir yapıya sahiptir.
Yahudilerin dünyanın farklı yerlerinde insanlık dışı muameleye tutulması
Osmanlı’nın onlara kucak açmasına neden olmuştur. Bu dönemde Osmanlı bundan hiç
çekinmez. Çünkü Yahudiler bağlı oldukları devlete gerçekten sadık olan ve
otoriteyi tanıyan bir yapı oluştururlar. II. Abdulhamit tek bir yerde
toplanmamaları, ülkenin farklı yerlerinde yaşamaları ve özellikle Kudüs ve
Hayfa’da bir arada oturmamaları şartıyla Yahudilerin Osmanlı ülkesinde
yaşamalarına izin verir. Dikkat ediniz ki II. Abdulhamit İsrail için Filistin
ve Hayfa’nın ne anlama geldiğini ve buralardan uzak tutulması gerektiğini
biliyor. Osmanlı insani noktadan hareket ederek, Avrupa’da İspanya’da horlanan
Yahudilere kapılarını açıyor.
İsrail’in kurucusu olarak kabul edilen Gazeteci Dr.
Theodore Herzl’în, II. Abdulhamit’le olan ilişkisine dair ciddi bir tercüme
hatasını son kitabınızda belgeleriyle ortaya koydunuz. Bu ilişkiyi biraz daha
açar mısınız ve nedir o tercüme hatası?
Bu belgeYahudi kökenli Fransız Gazeteci Theodore Herzl’in
orijinal mektubudur. Mektup Fransızca yazılmıştır. Bu orijinal belgenin yanında
da Latin harflerle daktilo ile yazılmış bir Türkçe tercümesi var. Mektup
Tarabya’dan gelmiş 1902 tarihli. Dolayısıyla o mektubun asıl tercümesi
Osmanlıcadır. Ancak ben bugün orijinal metnin yanındaki Türkçe tercümeyi havaya
kaldırıp ışığa tuttuğumda Türkiye Cumhuriyeti ibaresini gördüm. Yani tercüme
sonradan Cumhuriyet döneminde yapılmış. 1928’den sonra yapıldığı kesin. Şimdi o
mektupta ne diyor. Theodore Herzl, orijinal metinde II. Abdulhamit’e, ‘siz
geçen ziyaretimde Yahudilerin dağınık biçimde Anadolu’da ve Mezopotamya’da
yerleşmesine izin vermiştiniz ancak biz Kudüs’te ve Hayfa’da da bu şekilde
yerleşmek istiyoruz’ diyor. Şimdi burada II. Abdulahmit’in ‘dağınık biçimde’ ve
sadece ikamet etme amaçlı’ şartlarını koştuğuna ve Theodore Herzl’in de bunu
vurguladığına dikkat ediniz. Oysa 1928 yılından sonra bu mektubun tercümesini
yapanlar mektubu Türkçe’ye şöyle çevirmiş, “Geçen defa Mezopatamya yanında
Filistin ve Hayfa’yı bize vadetmiştiniz” diyor. Oysa mektupta Filistin ve
Hayfa’nın da yerleşime açılması için sadece bir teklif var, yerleşim için
verilmiş olan bir izin yok. İşte bu tercüme yüzünden yıllarca, “Abdulhamit,
diğer yerlerin yanısıra Kudüs ve Hayfa’ya da yerleşmeleri için Yahudilere izin
verdi” şeklinde bilgiler yer aldı. Oysa bu doğru değildir. II. Abdulahmit
İsrail devleti kurulması amacını taşındığını düşünerek asla Filstin ve Hayfa’ya
Yahudi yerleşimine izin vermemiştir.
Özellikle 19. yüzyılda Avrupa başta olmak üzere ABD’ de
dâhil hiç kimsenin yahudileri istemediğini görüyoruz. Bunun sebebi nedir?
Bir kere özellikle Hıristiyanların Yahudilere bir bakışı
var. Sevmiyorlar. Antisemitizm denen bir olgu var. Dikkat edin, Osmanlı
kültüründe böyle bir şey yoktur. Bu kavram zaten Avrupa’lının Yahudilere
bakışından ortaya çıkmıştır. Yahudi aleyhtarlığı Avrupa tarihi süresince
varolan bir durum. Fakat bu tavır dönem dönem hız kazanıyor. Özellikle 19.
Yüzyılda tırmanmasının sebebi, Fransız ihtilaliyle birlikte artan milliyetçilik
akımlarıdır. Bu da Yahudi aleyhtarlığını daha fazla arttırıyor. Aslında
Yahudilerin millet bilincine sahip olmaya başlaması da aynı zamana denk düşer.
Aynı milliyetçilik algısı Yahudi düşmanlığını körüklerken, Yahudilerde de ‘bir
devlet kurulmalı’ düşüncesini hızlandırıyor. İsrail devletinin teorisyeni olan
Theodore Herzl’in de o dönemde ‘biz bir milletiz’ dediği dikkat çeker. Bunun
için büyük çaba harcamaya başlar. Bunu yaptığında ise karşı tepkisi çok daha
fazla oldu. Ülkelerden kovulmaya başlamalarının sebebinde, kendilerinin daha
milliyetçi olmaya başlamaları da büyük etkendir. Siyonist düşüncenin de 19.
Yüzyılın ikinci yarısından sonra yoğunlaştığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu ile Yahudilerin tanışması nasıl
oluyor?
Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudilerle tanışması II.
Beyazid dönemine denk geliyor. Yahudiler özellikle Avrupa’da büyük zulüm
görüyordu. Öldürülüyorlardı. II. Beyazid çok sayıda Yahudi’yi şartsız olarak
kabul etti. Sonraki dönemlerde de bu sığınma devam etti. Osman’lı, Yahudilerin
tarihin her noktasında en güvenli limanı oldu. Bunu onlar da inkâr etmezler
zaten. Osmanlı Yahudiler’e millet sistemi içerisinde Ermeni’ye, Rum’a nasıl
bakıyorsa Yahudilere de aynı millet yaklaşımıyla baktı. İlginçtir, bu milletler
içerisinde en sadık millet de Yahudilerin olduğu bilinir. Rumlar ayaklanır
bağımsızlık ister, Ermeniler ayaklanır bağımsızlık ister ancak Yahudiler hiçbir
zaman böyle bir teşebbüsü düşünmezler bile… Özellikle Osmanlı Yahudileri bile
Yahudilerin devlet kurma girşimi başladığında Padişah’a, ‘Biz devletimize
sadığız, biz siyonizmi desteklemiyoruz’ diyerek mektup yazıyorlar. Theodore
Herzl’in de son dönemde II. Abdulhamit’ten istediği budur aslında. Avrupa’da
istenmediklerini horlandıklarını söyleyerek, ‘Ceddiniz bize sahip çıktı. Şimdi
de bizi kabul edin’ diyor. Mesela 1892 yılında bütün dünya Yahudileri adına II.
Abdulhamit’e telgraf ve mektuplar geliyor. Orada, “Bize sahip çıkmanızın 400.
Yıldönümü vesilesiyle şükranlarımızı ve minnet duygularımızı bildiriyoruz”
ifadelerine yer verirler. Hatta 500. Yüzyıl kutlamaları da 1992’de
gerçekleşmiştir.
Bazı Yahudiler İsrail fikrine bugün de karşı. Siyonizm
karşısında Müslümanlarla ortak hareket edenler bile var. Bunun sebebi nedir.
Alliance İsraelit siyonizme karşıdır. Bir de aşırı dindar
Yahudiler de Siyonizme karşıdır. Bunların bir kısmı İsrail devletini şu anda
erken buldukları için karşı çıkıyorlar. Çünkü Yahudi devleti inançlarına göre
Mesih’le birlikte kurulması gerekiyor. Diğer sebebi de bulundukları devlette
rahatsız edilmemek amacıyla devlet fikrine karşı çıkmışlardır. Yeter ki huzurlu
olalım düşüncesidir. Hahambaşı bile açık bir dille, “Bizim Siyonistlerle hiçbir
ortak noktamız yoktur” diyor.
Yeniden Theodore Herzl’e dönelim. Abdulhamit’le uzun
süren diyalogları var. Siz bunu son kitabınız ‘Pazarlık’ta’ belgeleriyle ortaya
koyuyorsunuz. Nedir bu pazarlık?
Theodore Herzl’in düşüncesi şu. “Biz Filistin’e
yerleşeceksek, bu ancak II. Abdulhamit tarafından gerçekleştirilebilir. Onu
ikna edebilirsek yerleşiriz, onun dışında yerleşemeyiz” Dolayısıyla bütün
mesaisini II. Abdulhamit’e ayırdı. Peki, Abdulhamit ne yaptı? Abdulhamit
elindeki kozları yerinde ve zamanında kullanmasını bilen bir insan. Padişah
olduğunda devletin borcu 252 Milyon Lira’ydı. Yani Osmanlı’nın 1 yıllık milli
gelirinin 14 katıydı. Kapitülasyonlar yürürlükteydi. Ermeniler çatışma
içerisindeydi. Devlet kurmak istiyorlardı. Abdulhamit ekonomiden anlıyordu.
Borçlularla oturdu. “Borç verdiniz yüksek faiz aldınız. Riski almadınız. Şimdi
ya borçlarda indirim yapın, bunu ödeyelim. İndirim yapmazsanız zaten bu kadar
borcu ödeyemeyiz o halde birlikte batalım” diyerek açıkça tavrını ortaya koydu.
Abdulhamit 252 milyon olan devlet borcunu, bu teklif üzere, borç indirimi
anlaşmalarıyla 125 Milyon Liraya düşürdü. Ancak Duyun-u Umumiye de kuruldu bu
arada. Bu kötüydü ancak iyi tarafı da şuydu. Eskiden alacaklı ülkeler borç
nedeniyle siyasi baskı yapıyordu. Bu borçların plana bağlanmasıyla bu ortadan
kalkmış oldu. Abdulhamit’in esas niyeti Kapitülasyonları kaldırmaktı. Ancak
bunun için borçlardan kurtulmak gerekiyordu. İşte tam bu noktada Theodore Herzl
büyük bir fırsat olabilirdi. Bu yüzden onunla irtibat kurdu. Şimdi Theodore
Herzl Filistin istiyor, Abdulhamit bu krizlerden yara almadan çıkmak istiyordu.
Borçların birleştirilmesi için Theodore Herzl devreye giriyor ve Duyun-u Umumiye
ile görüşerek bu birleşmenin yapılamasına katkı sağlıyor. O döneme kadar
Abdulhamit 125 Milyon’a indirdiği borçları, 75 Milyon’a kadar düşürüyor.
Theodore Herzl’in girişimi ve borçların birleştirilmesi sonucu ise borç toplamı
32 milyona düşüyor. İşte tam bu noktada Theodore Herzl’in o teklifini
görüyoruz. Sultan Abdulhamit’e bağlılığını gösteren Theodore Herzl , bu borcun
yüzde 80’nini kendileri (Yahudi toplumu, finans çevreleri) tarafından
ödenmesini teklif ediyor. Bunu dolaylı olarak Filistin’e yerleşme şartıyla
teklif ediyor. Ancak Abdulhamit bu teklifi kesinlikle kabul etmemiş ve Theodore
Herzl ile Abdulhamit ilişkileri bu noktada kesilmiştir. Abdulhamit zaten bu
süreçte Duyun-u Umumi ile anlaşıyor. Ancak Theodore Herzl birçok alanda
Abdulhamit’in elini güçlendirmiştir. Osmanlı adına süreç içerisinde kulis
yaparak ortam hazırlamıştır. Theodore Herzl, 1902’de yaşanan bu olaylar
sonrasında vefat etmiştir. 1908 yılında Abdulhamit iktidarı İttihat ve
Terakki’ye devrederken Osmanlı borcu 25 Milyon’a kadar düşmüştü. Bu dasadece 1
yıllık milli gelirin karşılığıydı. 252 milyon liralık borçtan 32 milyona…
Abdulhamit neredeyse devleti kurtarmıştır. Cumhuriyet’e kadar intikal eden
büyük borçlar ise II. Meşrutiyet’le başlayan İttihat ve Terakki yönetiminin
borçlarıdır. Theodore Herzl’in Filistin’e yerleşmek umuduyla Abdulhamit’e
bağlılığını bildirerek çok sayıda hizmet verdiğini görüyoruz.
Cumhuriyet döneminde Yahudilerle Türkiye arasındaki
ilişkiler nasıldı?
Aslında Türkiye’nin gerek İsrail öncesi gerek İsrail Devleti
ile birlikte o bölgeye bakışı biraz ‘karışmama’ şeklinde cereyan ediyor. Orada
bir işgal olduğu biliniyor, yanlışlar farkediliyor ancak sanki ses
çıkarılmıyor. Sırtını dönüyor ancak olanlardan habersiz değil. Böyle bir tavır
var. Ancak burada çok önemli bir tespiti aktarmak gerekir. Atatürk’ün 1937
yılında Bombay Cronical Gazetesi’nin yazdığı bir konuşması var. Bu metinler,
arşivlerde de var. O konuşmada Atatürk’ün bölgeyle ilgili tavrını net biçimde
görebiliyoruz. Atatürk “Filistinliler bizim dindaşımızdır. Gerekirse müdahele
ederiz” diyor. Bu çok önemli bir şey… O dönem İsrail yok, kitlesel Yahudi
göçleri var. Yerleşmeler İngiliz eliyle devam ediyor. Atatürk bundan son derece
rahatsız ve bu rahatsızlığını net biçimde dile getiriyor. Ancak Atatürk’ün 1 yıl
sonra ölümü ile Türkiye’nin bu konudaki tavrı o denli net olmuyor.
Bu uzun süren sırt dönme ya da sessiz kalışın son
zamanlardaki dış politika ile değiştiğini söyleyebilir misiniz? Başbakan’ın,
“Filistin’in kaderi İstanbul’un kaderidir” yaklaşımı Atatürk’ün “Filistinliler
bizim dindaşımızdır. Gerekirse müdahele ederiz” sözleriyle paralel değil mi?
Son zamanlardaki dış polika Türkiye’yi Arap dünyasının
gözünde prestijini arttıran bir çıkış oldu. Ancak ‘Türkiye’nin çıkarları tam
olarak bunları mı gerektirirdi’ diye sorarsanız onu tartışmak gerekir diye
düşünüyorum. Herşeyden önce biz, Osmanlı devletinin mirasçısı falan değiliz.
Biz Osmanlı’nın kendisiyiz. Bir kere bunu görmek lazım; Türkiye’nin bu çıkışı
ve özellikle İslam ülkelerindeki prestijinin yükselmesi bu anlamda doğal. Ancak
buradaki sıkıntı şu; Bazı şeylere gücünüzün yetmesi lazım... Türkiye İsrail’e
olan bu tepkinin arkasında ne kadar durabilir. Birçok alanda işbirliği mevcut
çünkü... Atatürk’ün Türkiye’si ile bugünün Türkiye’si aynı imkânlara sahip
değil. 1937’nin Türkiye’si saldırmazlık anlaşmalarını imzalamış, herhangi bir
güçün direkt ortağı olmayan, bağlayıcı anlaşmalar yapmamış bir atmosferdeydi.
Ancak bugün birçok etken bazı şeyleri kendi başımıza yapamayacağımızı
gösteriyor.
İsrail’in Mavi Marmara Gemisi’ne yaptığı kanlı saldırıyla
birlikte, Türkiye - İsrail ilişkilerinin geleceği hakkında düşünceniz ne? Eksen
kayması olacak mı?
İsrail’in bölgede uyguladığı politika var. Var olmak
istiyor. Var olmak için de saldırgan bir politika izliyor. Dolayısıyla
yaptıklarının tümünü, burada tutunabilmenin bir çabası olarak görmek lazım.
Türkiye bence tepkisini tam olarak gösteremedi. Diplomatik olarak tepkisini
gösterdi ancak sonuç alamadı. İsrail’in yaptığı yanına kar kaldı. Belki daha
ince hesap yapmak lazımdı. Tabi ki bu Türkiye siyasetinin dışında kalan bir
olaydı. Çünkü işin içinde bir sivil toplum örgütü var. Bu Türkiye’ye özel bir
sorun da değil. İsrail’in politikası bu! Yıllardır bunu yapıyor. Uluslararası
hukuku tanımıyor. İcraatını yapıyor. Ondan sonra da yaptığı yanına kar kalıyor.
Bölgeye baktığınızda gelecek için ne görüyorsunuz,
felaketin eşiğinde miyiz?
Bir felaket olabilir ancak olumlu yönde de çözüm imkânsız
değil. Traihi açıdan bakacak olursak Türkiye’den ayrılıp bağımsızlığını ilan
eden devletlerin tamamının, bunu yabancı bir gücün desteğiyle yapabildiğini
görüyoruz. Bunun hiçbir istisnası yok. 1830’da Yunanistan’dan başlıyor Romanya,
Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, bütün Arap coğrafyası ve diğerleri… Osmanlı
Ortadoğu’dan çekildi ancak akan kan hala durmadı. Balkanlardan çekildi kan yine
durmadı. Türkiye Osmanlı’nın rolünü oynayabilir mi? Bu çok önemli! Osmanlı “siz
birbirinizden farklısınız ancak buna rağmen kardeşçe yaşayın” mesajını veriyordu.
Şimdi Türkiye bunu ne kadar yapabilir. Bunu yapabilirse herşey bambaşka olacak.
Ancak bunu yapmasını en başta dünyayı kontrol eden egemen güçler de istemiyor
zaten. Çünkü onlar için kanın durması değil, çıkarının nerede olduğu önemlidir.
Kısa vadede çok olumlu gelişmeler olacağını sanmıyorum. Ancak Türkiye, özünden
aldığı tavırla politika sergilerse iç ve dışarda ciddi bir belirleyici güç
olacaktır diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.