Yönetmen Hüdaverdi Yavuz, Abdulhamit’le başlayan Vahdettin’le son bulan bir seri peşinde. Seride Mustafa Kemal ile Vahdettin’i aynı trende olacak.
Orhan Turan - Şehnaz Tango, Kırık Hayatlar, Hızma, Yusuf Yüzlüm, Yağmurdan Sonra gibi dizilerin yönetmeni Hüdaverdi Yavuz, son olarak Eşrefpaşalılar'la beyaz perdede küfürsüz komedi yapılabileceğini gösterdi. Yönetmen Yavuz, bu kez resmi tarihe çomak sokmaya hazırlanıyor. Yavuz, yeni projesinde Osmanlı Devletinin son padişahı Vahdettin'le, Mustafa Kemal Atatürk'ü aynı tren yolculuğunda birlikte seyahat ettirecek. Yavuz, "Film çok büyük tepkilere neden olabilir. Ancak biz her şeye rağmen artık insanlarımızın kamplaştırılmaya çalışmalarına dur demeliyiz. O yüzden ilk olarak bu gerçekle başlıyoruz. Vahdettin'i hain ilan eden resmi tarihe çomak sokacağız" diyor. Hüdaverdi Yavuz’un sinema dili üzerine çok yazıldı çizildi. Kimi ‘dinci yönetmen’ derken bazıları da ‘Fethullahçı’ yakıştırması yaptı. Kendisiyle yaptığım özel röportajı keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Orhan Turan - Şehnaz Tango, Kırık Hayatlar, Hızma, Yusuf Yüzlüm, Yağmurdan Sonra gibi dizilerin yönetmeni Hüdaverdi Yavuz, son olarak Eşrefpaşalılar'la beyaz perdede küfürsüz komedi yapılabileceğini gösterdi. Yönetmen Yavuz, bu kez resmi tarihe çomak sokmaya hazırlanıyor. Yavuz, yeni projesinde Osmanlı Devletinin son padişahı Vahdettin'le, Mustafa Kemal Atatürk'ü aynı tren yolculuğunda birlikte seyahat ettirecek. Yavuz, "Film çok büyük tepkilere neden olabilir. Ancak biz her şeye rağmen artık insanlarımızın kamplaştırılmaya çalışmalarına dur demeliyiz. O yüzden ilk olarak bu gerçekle başlıyoruz. Vahdettin'i hain ilan eden resmi tarihe çomak sokacağız" diyor. Hüdaverdi Yavuz’un sinema dili üzerine çok yazıldı çizildi. Kimi ‘dinci yönetmen’ derken bazıları da ‘Fethullahçı’ yakıştırması yaptı. Kendisiyle yaptığım özel röportajı keyifle okuyacağınızı umuyorum.
- Sizin sinema dünyanızda ne var?
Belli noktalara odaklanmış bir kaygım asla olmadı. Böylesi takıntılar ideolojik kaygılara dönüşür. Ancak şöyle bir kaygım var. Bu memlekettin insanlarına, bu memleketin insanlarına ait hikayeler anlatılıyorsa bunların gerçekler olmasınmı tercih ederim. Nice filmler izledik. İsitisnaları vardır ancak bunların hiç birisi gerçekçi değildi. Türkiye’de herşeyi yapabilirsiniz ancak bu insanların dinleri yokmuş gibi davranamazsınız. İslam diye bir gerçek var. İnsanlar buna göre hayatlarını şekillendiriyorlar. Bu yokmuş gibi davranamazsınız. 93 yılında Yarasa filmi çekerken bir oyuncuya teklif gönderdim. Aydemir Akbaş’ın kardeşi Erdinç Akbaş. Bana, “Bu senaryoda ezan var” diyerek teklifi red etmişti. Bu memlekette ezan sesi duyulması çok mu tuhaf. Bu olacak elbette. Bir şeyler yokmuş, hayat başka türlü akıyormuş gibi davranamazsınız.
- Türk sinemasının bir dili
var mı?
Türk sinemasında belli bir dilden söz etmek mümkün değil. 60’ların dili sosyal içerikli, mesaj kaygılı filmlerin yanında, ilişkilerin işlendiği bir yön var. 70’li yıllarda erotizm hakim olmuş. Her dönem biraz farklı noktalara kaymış. Bence burada her yönetmeni ayrı ayrı değerlendirmek lazım.
- Türk sinemasının
ilk ürünlerinde özellikle çerçevesi belli bir alana oturtulmuş filmler çok
fazla. Bugün hala bazı örnekleri devam etmekle birlikte din ve geçmişle olan
kavganın kaynağında ne var?
Cumhuriyet döneminin en büyük hatası Osmanlı’yı yok saymak oldu. Bunlarla ilgili acı tecrübemiz vardır. Osmanlı’yı sevenin gerici ilan edildiği, İslamcı olarak yaftalandığı bir dönem. Oysa herşeyi inkar edebilirsin ama atanı asla inkar edemezsin. Biz böyle bir kültürel travma yaşadık. Sekiz on senedir ise Osmanlı’nın bizim olduğu, Abdulhamit’in sadece Kızılsultan olmadığı, bu toprakları moderniteyle tanıştıran lider olduğu anlaşılıyor. Bu yanlıştan dönüldü. Artık çok fazla tarihçi var. Arşivler açıldı. Çok acı ama kendi tarihimizle barışmamızı söylemek bana acı veriyor.
- Türk
sinemasının geçmişiyle barışma çabalarına tanık oluyoruz. Kara sakallı
“şerlerin efendisi” hoca tiplemesi sanki ortalarda görünmüyor. Bugün değişen ne
oldu?
İki şeye bağlamak mümkün. İlki geçmişimiz ve kültürümüzle barışıyoruz. Üretenler arttı. Demokrasi biraz daha ulaşılabilir oldu. İkincisi Türk sinemasına yön veren o ideolojik elitin karşısına kendi sinemasına yön veren yeni isimler ortaya çıktı. Hasan Karacadağ, Onur Ünlü, İsmail Güneş gibi isimler bu anlamda farklı bakış açısı sundular.
- İstanbul’un
Fethi, Çanakkale zaferi gibi onlarca olayı barındıran konu zengini coğrafyada
yaşamamıza rağmen neden hala bu zenginliğimizi sinemaya hak ettiği ölçüde
yansıtamıyoruz.
Tarihi olayları çok, zengin bir ülkedeyiz ancak bunları hikaye edecek yazarlarımız da o oranda kıt. Biz sözlü kültürden yazılı kültüre hala geçemedik. Yazma olayımız çok sınırlı. Mesela İstanbul’un Fethi’ni konu olan kaç roman var. Çanakkale diyoruz Mehmet Akif’i dışarda tutarsak onu konu alan kaç şiir, kaç roman yazıldı bu ülkede… Konunun bir diğer boyutu da bizdeki sinema kültürü yerel bir kültür oluşudur. En iyi filme bakın Türkiye’de 5.5 milyon seyirci çekebiliyor. Oysa devasa bir projenin kendini karşılaması için çok daha fazla izleyiciye hitap etmek lazım. Bu da filminizi yurt dışında da izletebilmek demek... Bunun için konuya uluslar arası bir bakış açısıyla bakmak lazım. Çok büyük girdilerle uluslar arası pazara hitap etmek lazım. Oysa biz sadece kendi kendimize gösterelim, üç beş kuruş kazanalım düşüncesi var. Bir diğeri de yatırımcıların bu alanı ‘ölü’ bir alan olarak görüp bu işe yatırım yapmaktan kaçınmasıdır.
- İstediğiniz
bütçe elinizin altında olsaydı, hangi filmi yapmak isterdiniz?
Ben Abdulhamit filmi yapmak isterdim. Bu konu üzerinde uzun süredir çalışıyorum. Türk tarihinin kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. 100 yıldır kaybeden bir imparatorluk içerisinden bir sultan çıkıyor ve her alanda İmpartorluğu çehresini değiştiriyor. Bir döküm yaptığınızda şaşırıp kalıyorsunuz. Üçlü ayağın ilkidir benim için Abdulhamit. İkinci ayağı Enver Paşa ve üçüncü ayak da Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu tarihsel üçlü kahramanın yaşadıkları süreci anlatacak bir film yapmak isterdim.
- Atatürk’le
ilgili film sayısı artıyor. Siz de hayatını mı anlatırdınız yani?
Hayır hayatını değil. Ben mesela Vahdettin’le, Yağverken Mustafa Kemal’in birlikte yaptığı Almanya gezileri çok merak ederim. Trende ikisinin sohbeti oldukça anlamlı olurdu. Abdulhamit’in kızı tarafından kaydedilmiş orijinal cenaze törenine ait görüntüleri izledim. Bir Sultan’ın bu dünyayı terk edişi çok önemli. Yine 31 Mart Vakası çok önemli…
- Bunların
hepsini bir filmde mi hayal ediyorsunuz?
Hayır bu bir seri. Abdulhamit’le başlayarak Mustafa Kemal’le biten bir seri olarak düşünüyorum.
- Mustafa
Kemal’le Vahdettin’i yanyana göstermek, Türkiye’de yeni bir darbe planına
davetiye çıkararabilir mi?
Bana kalırsa Vahdettin’in vatan haini olduğunu iddia etmek ve tek kahramanın Mustafa Kemal olduğunu iddia etmek bu halka yapılacak en büyük hakarettir. Ne tek bir kahramanımız var. Ne de ihanet eden bir sultan… O günleri bu günlerin mantığı ile anlamaya çalışmak böylesi hatalara neden oluyor. Bu suçlamanın diğer tarafı da yeni bir devlet kurarken birilerini suçlamak gerekirdi ve o suçlanan Vahdettin ve diğerleri oldu. Yoksa Osmanlı’ya rağmen devleti kurup yaşatmanız mümkün olabilir mi?
- Bu seriyi
sadece hayal mi ediyorsunuz?
Bu konu üzerine ciddi bir çalışma da yapıyoruz. Ömer Kayır’la birlikte birkaç yıldır çalışıyoruz. Eğer bu proje için yeterli parayı bulabilirsek, bütçeyi oluşturabilirsek bunu hayata geçireceğiz. Bu proje uluslar arası bir proje olmalı. Biz sadece Türkiye’ye anlatmayacağız. Dönem çok zengin bir dönem, anlatacağınız hikaye de Osmanlı sarayı. Dolayısıyla o ihtişamı yansıtmalı. Böylesi uluslar arası projelerin ortalamam maliyeti 20 milyon dolar düzeyinde. Şu anda sadece hayal düzeyinde. Ancak bir gün bu bütçeye ulaşacağımıza inanırsak bu hayal gerçek olacak.
DEVLET SİNEMAYI ZORLA YATAĞA SOKTU
Sadece Türkiye Cumhuriyeti için söylemiyorum ama bütün devletle ideolojik amaçlarına hizmet eden ne kadar film varsa bundan hoşlanır, bunu tersi halinde ise bunu yasaklar. Yasaklayamazsa sansürler, sansürleme imkanı da bulmazsa destek vermez. Türkiye’de 70’li yıllarda devrimci sinema sinemalarda gösterilme şansı bile bulamadı mesela. Ama ceberrüt bir devlet varsa eğer bu herkes üzerinde uygulandı bir dönem. Bu ceberutluklar sadece sokaktan alıp karakola sokup dövmekle olmaz. Korku ortamı ve cehalet bu ortamın en idealidir. O halde güdülecek kaz sürüsü hazırlanmış olur. En iyi vatandaş söz dinleyendir. Konuşan karşı koyan, fikir söyleyen vatandaş tercih sebebi olmaz. 60’larda bir sürü sinemacı yazar hapislerde çürüdü. Durum böyle olunca insanların yapacak bir şeyi kalmadı. Sinemacılar erotik filmlere kaydı. Yaşam alanları daralmıştı. Yani devlet sinemayı zorla yatağa soktu da denebilir.
SİNCAN’DA YÜRÜYEN TANKLARIN ÖNÜNDE BİR TEK VATANDAŞ CANINI KAYBETSEYDİ 28
ŞUBAT SÜRECİNİN AKIŞI DA DEĞİŞİRDİ
Darbeler ve baskılar bu ülke sinemasının önündeki en büyük engel oldu. Ancak ben bu olaylara karşı halkın tepkisinin yeterli olmadığını düşünüyorum. Okudum ve biliyorum. Halkın hiç mi suçu yok. Türkiye’de bir sürü olay oldu. Mesela Sincan’da yürüyen tankların önünde bir tek vatandaş canını kaybetseydi 28 Şubat sürecinin akışı da değişirdi. Ama insanlar sadece olayları pencereden, televizyondan seyretmekle yetindiler. Olaylar hiçbir demokratik tepki de koyulmadı. Konuyu sadece fırsat bulduklarında konuşmaya başladılar. Fırsat bulunca değil, o anda sen neredeydin. 60 ihtilalı oldu. Türkiye’nin Başbakanı asıldı. Peki Halk ne yaptı, basın ne yaptı, kamuoyu ne yaptı, hiçbir şey! Herkes o idamı izledi, okudu. Kimse o dönemde ‘yahu ne yapıyorsunuz, o bir başbakan’ diyemedi. 1989’da karşı devrim sırasında Boris Yeltsin darbe için yürüyen tankın üzerine çıkıp, ‘önce beniz ezmelisin’ demişti. Bu yüzden saedece sinemayı suçlamak yanlıştır. Sinemaya yön veren aynızamanda halkın kendisidir.
RÖPORTAJ FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLA
HÜDAVERDİ YAVUZ KİMDİR?
Hüdaverdi Yavuz 1962 Afyonkarahisar doğumlu. İmam Hatip Lisesi mezunu olan Yavuz 1985 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesini bitirdi. 1986 yılında TRT’de televizyon dünyasına giren Yavuz uzun dönem TRT ve özel kanallarda yapımlara imza attı. Televizyon dizilerine Şehnaz Tango’yla başlayan Yavuz kendi deyimi ile ‘kötü bir dönemde’ Mesut Yılmaz hükümetinde Başbakanlık Basın Danışmanlığı yaptı. 98’deki tecrübesi sonrasında yeniden TRT’ye dönen Yavuz, burada da bir süre çalıştıktan sonra yeniden istifa ederek serbest çalışmaya başladı. Yavuz, Şehnaz Tango’dan sonra TGRT’de yayınlanan Kırık Hayatlar, 2002’de Show TV’de yayınlanan Hızma, STV’de yayınlanan Yusuf Yüzlüm, Büyük Buluşma, Yağmurdan Sonra gibi dizilere imza attı. 1994 yılında ilk 35 milimetre filmini Yarasa adıyla çeken Yavuz, bu flimle festivallere giriş yaparken, yönetmenin ilk vizyon filmi de geçtiğimiz aylarda seyirciyle buluşan Eşrefpaşalılar oldu.
RÖPORTAJ KÜNYESİYönetmen Hüdaverdi Yavuz RöportajıSöyleşi: Orhan TuranSöyleşi Tarihi: 2010 TemmuzYer: İstanbul - Eyüp - Ayvansaray - Anemas Zindanları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.