İsrail Türkiye’nin Suriye’de muhtemel üslerini vurdu. Türkiye ayağa kalktı. Netenyahu Trump’la görüşmeye koştu ve ondan Türkiye’nin Suriye’yi İsrail’e karşı bir üs olarak kullanmasına engel olmasını istedi.
Sonra birden Türkiye İsraille Bakü’de bir araya gelip
“çatışmasızlık mekanizması” adı altında müzakerelere başladı.
Türkiye ABD’yi arkasına alan İsrail’e boyun mu eğdi?
Yoksa Suriye’ye yönelik yaklaşımını ABD’yi daha fazla
germeden, yeniden mi şekillendiriyor.
En önemlisi de Gazze’de katliam sürerken ilişkilerin tümden kesilmesi beklenen iki ülke yeni bir başlangıç mı yapıyor?
Hadi başlayalım…
25 Mart…Reuters’un Suriyeli 4 ayrı istihbarat kaynağına dayandırdığı habere göre İsrail Suriye’nin en kritik ana üslerini bombaladı. Biri Humus vilayetine bağlı Antik Palmira ya da Tedmur kentinde bulunan T4 Hava Üssü, diğer ise Hama vilayetinde bulunan Ana Havalimanı…
Saldırıların tümü Türkiye'nin Suriye ile ortak savunma paktı planları kapsamında güç konuşlandırmak üzere keşif yaptığı üslerdi. İsrail her iki üssü de Türk heyetlerinin ziyaretinden birkaç saat öncesinde vurdu. Türk heyetinin üslere yönelik keşif ziyaretleri önceden haber alınmış İsrail tarafından vurulmuştu. Bu, İsrail’in Türkiye’ye “Buraya üs kurmaya kalkarsan vururum” mesajı olarak değerlendirildi. Daha doğrusu İsrail bu mesajı vermek istedi.
"İsrail, bölgemizin güvenliği için en büyük tehdit haline gelmiştir" denilen açıklamada “en büyük tehdit” ifadesi dikkat çekiyordu.
Evet bu gelişmeler kamuoyunda fazla görünür olmasa da yankılarıyla beraber sonrasında baş döndürücü diplomatik ataklara tanık olduk.
Netanyahu, 7 Nisan’da ABD Başkanı Donald Trump'ın yanında
soluğu aldı. “Türkiye de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından İsrail'e
saldırı için bir üs olarak kullanılmasını istemiyoruz” diyen Netenyahu, “Başkan
Trump'ın Türkiye lideri (Erdoğan) ile bir ilişkisi var. Bu çatışmayı çeşitli
şekillerde nasıl önleyebileceğimizi görüştük" diyerek adeta Türkiye’nin
olası tepkisi öncesinde ön almaya çalıştı.
Trump ise Netanyahu’ya “makul olmak kaydı ile” “Eğer Türkiye ile bir sorunun varsa bence bunu ben çözebilirim. Biliyorsun Türkiye ile ve onun lideri ile çok çok iyi bir ilişkim var” diyerek yeşil ışık yakmış oldu.
Baş döndürücü hızlı diplomatik ataklar dedik ya…
Ziyaretten hemen sonra bu kez Bakü’den ses geldi. Türk ve İsrail yetkililerinin
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de “çatışmasızlık mekanizması” görüşmeleri için bir
araya geldiği duyuruldu.
Suriye'den kaynaklanan gerilimin düşürülmesi için iki
taraf arasında teknik görüşmelerin yapıldığını ilk açıklayan yetkili Türkiye
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan oldu.
Fidan, 9 Nisan'da CNN Türk'e yaptığı açıklamada, Suriye
topraklarında birden fazla ülkenin silahlı kuvvetlerinin hareketlilik içinde
olduğunu, buna Türkiye ve İsrail'in de dahil olduğunu anımsattı.
Milli Savunma Bakanlığı da 9 Nisan’da düzenlenen haftalık bilgilendirme toplantısında İsrail ile Türkiye arasında Bakü’de temasların yapıldığı açıkladı.
Bu müzakere sürecinin devamı 11 Nisan’da Antalya’da düzenlenen Diplomasi Forumu’nda da devam etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önce iki ülkeye arabuluculuk yapan Aliyev’le ardından da Suriye Cumhurbaşkanı Muhammed Şara ile görüştü.
İsrail’in bu cüretkâr saldırısı elbette kendilerine göre kaçınılmazdı. Türkiye’nin atmakta olduğu adım, 100 yıllık bölgesel güç dinamiklerini temelinden sarsacak nitelikteydi.
İsrail’in amacı çok net: Suriye’de, özellikle İran’a yakın aktörlerin veya Türkiye gibi bölgesel güçlerin kalıcı bir şekilde üslenmesini engellemek. İsrail, Suriye hava sahasında fiili bir hakimiyet kurarak her türlü rakip güç projeksiyonuna karşı ‘önleyici saldırı’ stratejisi uyguluyor. Türkiye'nin Suriye'de askeri varlığını güçlendirmesi, İsrail açısından yalnızca İran tehdidini büyütmekle kalmıyor, aynı zamanda Gazze meselesinde daha aktif bir Ankara profilinin doğmasına da neden oluyor. Bu yüzden İsrail, Türkiye’nin Suriye'deki stratejik adımlarını bastırmak ve bölgeyi kendi güvenlik ekseninde yeniden dizayn etmek istiyor.
Türkiye ise farklı bir denklem kurmaya çalışıyor. Bir yandan Gazze’deki katliamı tüm dünyaya duyurarak İsrail’i uluslararası alanda sıkıştırıyor, diğer yandan doğrudan askeri çatışma riskini göze almadan Suriye’de kendi ulusal güvenlik çıkarlarını korumaya çalışıyor.
Evet ilk bakışta İsraille masaya oturan bir ülke gibi görünüyor. Hele ki Gazze’de bir soykırım yaşanırken, Trump’ın koltuğundan kalkan Netenyahu’nun Bakü’de Türkiye ile masaya oturması işleri biraz daha şüpheli hale getiriyor.
Bu noktada İsrail saldırısına verilen diplomatik yanıt ve
devamındakiler, “geri adım” gibi algılansa da, Türkiye’nin şu anki yaklaşımı
daha çok “denge siyaseti” üzerine kurulu. Hem bölgesel etkisini artırmak
istiyor hem de ABD-İsrail hattıyla doğrudan bir cepheleşmeden kaçınmaya
çalışıyor. Ankara, Gazze konusunda yüksek perdeden konuşurken, sahada daha
temkinli ve kontrollü adımlar atıyor.
Burada seçenekler çok fazla…
Yangın yerinde kendi evini güvenlikte tutmak mı istiyor.
Yoksa varlığını hissettirmeden Suriye’de güçlü biçimde üslenmek mi?
Bunu yanıtı İsrail’in vurduğu üslerde…
Vurulan üsler, Suriye’nin güney aksını kuşatan ve
kapasite olarak da en büyük üsleri konumunda bulunuyordu. Humus’taki Tiyas ya
da T4 hava üssü bunların en önemlisi… Tedmur ya da diğer adıyla Palmira
kentinde bulunan üs Suriye’nin en büyük hava üssü olarak biliniyor. Esad
sonrasında Türkiye’nin Hisar veya SIPER gibi hava savunma sistemlerini
konuşlandırmayı planladığı üs tam bu sırada hedef alınmış oldu.
Bu üsse Türkiye tarafından SİPER veya HİSAR gibi gelişmiş hava savunma sistemleri yerleştirildiği varsayıldığında, oluşturulacak hava savunma şemsiyesi yaklaşık 150 ila 200 kilometrelik bir yarıçapı kapsar. Bu mesafe içinde Şam, Humus, Palmira ve Lübnan sınırının büyük bölümü yer alır. Ayrıca, İsrail’in kuzeyindeki Hayfa, Safed ve Golan Tepeleri gibi hassas bölgeler de bu menzile dahil olur. Böyle bir konuşlanma, Suriye hava sahasının merkezi ve güneydoğusunu etkili biçimde kapsarken, İsrail açısından da potansiyel bir tehdit ve dikkat merkezi haline gelir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’deki varlığına dair stratejik denklemleri doğrudan etkiler.
Türkiye’nin keşif yaptığı iddia edilen ikinci üs olan Hama Havalimanı Lübnanın kuzeyinde, Suriye’nin batısında… Bu alana kurulacak hava savunma sistemleri ise birbiriyle kesişen iki hava savunma noktası oluşturacağından hem T4 ve Hama üssündeki korumayı çifte katmanla koruyacak, hem Suriye’nin batısını hem de Lübnanın kuzeyini etki altına alacak bir jeopolitiğe sahip olacak. O noktada zaten İsrail’in uçak kaldırıp Suriye’yi ve hatta Lübnan’ı vurması imkansız hale gelecek. Hem de savaş çıkmadan, ortalık yangın yerine dönmeden.
Bu tablo İsrail’in üssü neden vurmak zorunda olduğunu daha net açıklıyor!
İsrail’in Türkiye’ye doğrudan mesaj niteliği taşıyan bu saldırısıyla birlikte, Ortadoğu satranç tahtasında taşlar bir kez daha yerinden oynadı. Türkiye bir yandan Suriye'de stratejik kazanımlar elde etmeye çalışırken, diğer yandan Gazze’deki vahşete rağmen İsrail ile yeni bir diplomatik hattın açılmasıyla eleştirilerin de hedefinde oldu. Bakü’de başlayan, Antalya’da devam eden temaslar, yalnızca iki ülke arasında değil, bölgesel dengeler açısından da önemli bir kırılmaya işaret ediyor.
Peki bu yeni denklemde Türkiye'nin tavrı ne olacak? İsrail’le ilişkileri yeniden tanımlamak, Gazze'deki halkın direnişine sırt çevirmek anlamına mı geliyor? Yoksa Türkiye, hem Suriye hem de İsrail ile ilişkilerini kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda yeniden tasarlayan bir denge politikası mı yürütüyor?
Bütün bu sorular, önümüzdeki günlerde bölgedeki
gelişmelerle birlikte netleşecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür ve hakaret içeren mesajlar silinecektir.